top of page
  • Instagram
  • Twitter
  • YouTube

İnsanın ruhunun gerçekliği nerede yatar?

Güncelleme tarihi: 21 Şub 2023

Çağımızda fazla yaygın bir yanılgı var, insanın içsel gerçekliğinin 'kafasının içinde', zihninde veya bilincinde yattığı yanılgısı.

Oysa insanın ruhu, gerçek hayatta yapıp ettiklerinin içinde var olur. Davranışları, yaşama ve insanlara karşı tutumu onun ruhunu dokur ve oluşturur--kafasının içerisinde olan biten veya söyledikleri değil.


Tehlikeli Modern Yanılgı ve Yalan


"Herkesin ayrı bir gerçekliği vardır. Sen öyle hissediyorsan ve düşünüyorsan o gerçektir."

"Senin ne hissettiğin, nasıl hissettiğin önemli, başka hiç bir şey değil."


Böyle tuhaf ifadeleri son yıllarda gittikçe daha fazla duyar olduk; eminim bir yerlerde birilerinden benzer şeyler duymuşsunuzdur. Evde annenizden okulda felsefe profesörüne kadar geniş bir yelpazeden yükselebilir bu garip ses.


Peki hakikat böyle midir? Yani insanın ruhunun ve yaşamının gerçekliğini doğru mu anlatır bu ses? Bu soruya cevaben "Belki sana göre öyle olmayabilir ama bana göre öyle!" diyecek kadar çılgınca fikirlere sahip olanlar dahi var! İşte bu yaygın modern yanılgının tehlikesi tam burada yatıyor: nesnel gerçeklik siliniyor, her şey öznellikten ibaret oluyor ('görelilik') ve böylelikle hakikat yok oluyor.


Kişinin düşündüğünü ve hissettiğinin üzerinde bir nesnel gerçeklikten, hakikatten söz etmek bazıları için 'ofansif' bir yaklaşım hatta! Şaka gibi, ama değil. Aslında şaşırılacak türde bir şey de değil. Çünkü epey ruhsuzlaşmış ve hızla ruhsuzlaşan bir çağda başka nasıl bir söylem, ne tür bir dünya resmi hakim olabilirdi ki?


Teknolojik gelişmeler de aynı çağın ürünü ve üreticisi. Artık tüm bu gerçek hayat olarak deneyimlediğimiz şeylerin, yaşamın bütününün bir 'bilgisayar simülasyonu' olup olmadığı, gerçeklik olarak bildiğimiz her şeyin baştan sona (Büyük Patlama dahi dahil!) bir simülasyondan ibaret olabileceği yüksek sesle ve tutkulu şekilde tartışılıyor! Matrix'i daha genç kuşaklar pek bilmiyor (öğrencilerimden biliyorum); ama daha güncel Black Mirror gibi yapımları çoğu kimse bilecektir zannediyorum. Bu tür dizi ve filmlerde tartışılmadan verili kabul edilen önerme şu: insan ruhu/bilinci bir bilgisayar programı gibidir, beyine 'yüklü' bir yazılım. İnsan bilgisayarının donanımı (hardware) beyin, yazılımı (software) ise zihin/ruh/bilinç. Dolayısıyla, örneğin bilinci kopyalayıp başka bir şeye, bir makinaya yapıştırabiliriz!


Yanılgının Kaynak ve Kökeni


Bu saçmalık bugün teknolojik gelişmeler ile birlikte iyice çığrından çıkmış halde kendine partizan topluyor. Çünkü benzetme (analoji) aracı olarak müthiş iş görür bilgisayarlarımız, algoritmalarımız ve 'yapay zekamız' var. Ama bu yanılgı ve yalan sadece günümüzün ürünü değil. Öyle olsaydı bu kadar kuvvetli zemin bulamazdı zira. Tersine bu güçlü ve yaygın yanılgının kökleri çok daha derinde, bizzat kendi dilimizin içerisinde. Söz konusu yanılgıyı ifade ederken daha önce insanın 'içsel' gerçekliği kavramını kullandım. "İçsel" sözcüğünün kendisi 'dışsal' olan ile doğrudan bir karşıtlık barındırıyor. Tıpkı bir kutunun içi ve dışının birbirinden ayrı olması gibi, insanın 'iç' dünyası da (ruhu, zihni, bilinci) onun 'dışsal' gerçekliğinden ayrılıyor. Dışarıdan bir insana baktığımızda gördüğümüz ve görebileceğimiz her şey (davranışları, söyledikleri, bedeni) onun 'dışını' oluştururken bu dışın bittiği noktada onun 'içi' başlıyor. İşte dilimizin içinde yerleşik bu basit analoji (fiziksel iç-dış kavramı üzerinden yapılan benzetme) ele aldığımız bu modern yanılgının ve yalanın esas kaynağı. Bu analoji 'Zihin Felsefesi' denen alanı öteden beri işgal eden kronik kafa karışıklıklarının kökü. Descartes'ın felsefesi bunun müthiş ifadesidir ve gerçekte özü itibarıyla bu yanılgıdan ibarettir.


İnsan ruhuna ve yaşamına dair işte böyle bir basit resim hüküm sürüyor: ruhumuz, zihnimiz İç Dünyamızı, bedenim ve davranışlarımız Dış Dünyayı oluşturuyor. Bu yüzeysel çarpık kavrayış sonucunda insan kolayca şu yanılgıya kapılabiliyor: ruhumuzun gerçekliği, 'içsel' gerçekliğimiz kafamızın 'içinde' vardır; davranış bu içsel gerçekliğin sonucu veya eşlikçisidir. Dolayısıyla insanın ruhu, kişinin özü doğrudan yapıp ettiklerinde değil, kendi 'içinde' hissettiklerinde, düşündüklerinde, inandıklarında, niyetlerinde vardır. Şimdi gelin bu yanılgıyı çürütüp reddedelim, yerine daha gerçek ve daha sağlıklı olan kavrayış ve yaklaşımı açıklayıp yerleştirelim.


Yanılgının Ötesinde: Hakikat


İnsanın 'içsel' gerçekliği, yaşamından ve yapıp ettiklerinden ayrı olarak kafasının 'içinde' değil, tersine onun 'dışsal' olanında var olur. Yani örneğin bir insana karşı hislerimiz, ona karşı duyduğumuz sevgi ve onu önemsememiz, yalnızca bizim 'içimizde' var olabilecek hisler ve düşünceler değil, bizzat bu insana karşı davranışlarımız, onun için yaptığımız fedakarlıklar ve çalışmalar, onu mutlu etmek için, onun iyiliği için yaptığımız şeyler, ona karşı sergilediğimiz tutum olarak var olurlar. Yani yaşamın pratik (eylem, tavır-davranış) düzleminde böyle bir zemin sahibi olmadığı zaman, yani yalnızca 'içimizde' hisler olarak var oldukları zaman söz konusu bu ruhsal-içsel gerçekler 'bir insanı sevmek/önemsemek' olmazlar. (Yaşama ve davranışa doğal surette yansımayan böyle hislerin ne olduğu ayrı bir sorudur. Şu anda ilgilendiğimiz şey için onların ne olmadıklarını bilmek yeterli.)


İçsel veya ruhsal gerçeklikten söz ederken kullandığımız sözcükler ("inanmak", "önemsemek", "istemek" gibi) psikolojik kavramları ifade ederler. Peki bu kavramların doğru kullanım koşulları nelerdir? Yani hangi durumlarda, örneğin, biz bir kişi için "şuna inanıyor" veya "şunu önemsiyor" veya "şunu istiyor" deriz, daha doğrusu demeliyiz? (Burada ilgilendiğimiz elbette bu kavramları doğru kullanımları.)

Bu soruya cevaben ilk akla gelen ve bizim için öğretici olacak olan şey şu: "kişinin kendisine sorarız ve kişi samimi olarak sorumuzu cevapladığı takdirde verdiği cevap onun içsel/ruhsal gerçekliğinin kriteri olacaktır".

İşte bu cevapta yukarıda ele aldığımızı yanılgıyı yakalayıveririz. Bu cevabın içinde gömülü olan 'içsel gerçeklik' resmi nedir? Şöyle bir şey: sanki 'dışarıdan' bizim ulaşamayacağımız, yani diğer insanların ulaşamayacağı, bedenin ve davranışın ötesinde yalnızca kişinin kendisine açık olan bir 'içsel' gerçeklik düzlemi vardır. Kişinin ruhu veya içsel dünyası dediğimiz şey işte böyle bir şeydir: dışarıdan başka insanlarca doğrudan ulaşılamaz, görülemez, yalnızca kişinin kendisi ona ulaşabilir. Biz diğerleri de ancak ona sorarak onun bize söyledikleri dolayımıyla onun içsel gerçekliğine ve ruhunun hakikatine dair (çıkarımsal olarak) bilgi sahibi olabiliriz. Fark edelim ki bu resme göre yalnızca kişi kendi iç dünyasını biliyor değildir, onun içsel gerçekliği bir bakışta görülebilirdir, yani onun bir bakışta görebileceği şekilde 'gözlerinin' önüne adeta bir bütün olarak serilidir. Öyle ki bir kişiye sorduğumuzda (örneğin "Şu kişiyi seviyor, önemsiyor musun?") kişi o an kendi 'içine' döner ve 'bakar': orada, bizim göremediğimiz o içsel düzlemde, iç dünyasında, ruhunda söz konusu şeyi görür veya görmez. Sonra dürüst ise bize içinde olan biteni doğru şekilde ifade eder: "Evet, onu seviyor, önemsiyorum" ya da "Hayır, onu sevmiyor, önemsemiyorum".


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Çok Stresliyim! (Bilgi Formu)

Bunalmış mı hissediyorsunuz? Bunun stres mi yoksa anksiyete mi olduğunu ve başa çıkmak için neler yapabileceğinizi öğrenmek için bu bilgi...

 
 
 

Yorumlar


bottom of page