"İstiyorum ama yapamıyorum": Nasıl Olur?
- umitomursalar
- 13 Ara 2022
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 Şub 2023
Bir şeyi istiyorsun ve ona ne yaparak ulaşacağını da biliyorsun.
Ama yine de yapmıyorsun. Neden?
Nasıl olur da yine de yapmazsın? Peki yapmayı nasıl başarabilirsin?

‘Bir şeyi istemek’ dediğimiz şey nedir? Bu psikolojik kavramın bir içeriği var, bu içeriğin bir parçası da davranış ile olan bağ. Şu cümle ‘istemek’ dediğimiz psikolojik gerçekliğin özüne ait bir gerçeği ifade ediyor: Bir insan bir şeyi istiyorsa ve bir şey yaptığında ona ulaşabilecek ise o şeyi yapar. Karnın aç, yemek yemek istiyorsun. Mutfakta yemek var. O halde diğer faktörleri hesaba katmazsak mutfağa gidip o yemeği yemen gerekir. Çünkü istemek dediğimiz şeyin doğası budur. İstediğine ulaşmak için yapabileceğin bir şey varsa onu yaparsın ve istediğine ulaşmaya çalışırsın. Fakat bunu yapmaman—durumu anlaşılır kılan başka faktörler yoksa—‘istemek’ dediğimiz şeyin doğasına aykırı ve dolayısıyla anlaşılması epey güç bir gerçek olur.
Kuşkusuz farklı örneklerde ve durumlarda bir kişi bir şeyi ister, kolayca ona ulaşabilecekken yine de onun için harekete geçmez. Örneğin, gece vakti ‘miden kazınıyor’ halde mutfağa girersin, dolapta sana cazip gelen lezzetli yiyecekler vardır. Canın çeker, adeta ağzının suyu akar. Ama yine de yemezsin. Bunu nasıl anlamlandıracağız? Basit: onu yersen sağlık bakımından zarar göreceğini bilirsin ve elbette bu sebeple başka bir anlamda onu yemek istemezsin. Dolayısıyla, tuhaf duyulsa da aynı anda hem onu yemek istiyorsun hem de onu yemek istemiyorsundur. Sonuçta, bu durumda bir şeyi isterken ve ona olaşabilecekken bunu yapmaman anlaşılır bir şeydir. Ama bunu anlaşılır kılan bir bağlam, bir açıklama, bir başka faktör var. Eğer böyle bir açıklayıcı faktör yoksa istediğin şey ve ona ulaşmak için yapman gereken şey belliyken bunu yine de yapmıyorsan burada temelden bir sorun var demektir. Acaba bizzat senin sandığının aksine gerçekte o şeyi ‘istiyor’ olmayabilir misin? ‘İstemek’ kavramının doğası bizi bu sonuca itiyor. Ya gerçekten istemiyorsun ya da sağlıksız, sıra dışı başka bazı psikolojik süreçler işin içinde.
Yukarıdaki yemek yeme örneğindeki tamayı takip edelim ve benzer bir başka durumu ele alalım. Kilo vermek, daha güçlü ve güzel bir bedene sahip olmak isteyen bir kişi…Bu kişinin yapması gereken şey fazlaca basit ve açık: yeme-içme alışkanlığını düzenlemek ve düzenli olarak en azından kısmen zorlayıcı fiziksel aktivite, spor yapmak. Diyelim ki bu kişi aynada kendine bakıyor ve kötü hissediyor; merdiven çıkarken az da olsa zorlanıyor ve kötü hissediyor; birkaç ev işi yapıp yoruluyor ve kötü hissediyor. Böylelikle isteği iyice beliriyor ve depreşiyor. Kendi kendine ve hatta etrafındakilere bunu şöyle ifade ediyor: “Biraz kilo aldım, hantallaştım. Güçten düştüm. Vücudum kötü görünüyor. Toparlamam gerek. Diyete başlamam, spora gitmem lazım.”
Güzel. İsteğimizi ruhumuzda daha kuvvetli şekilde duyumsadık, hissettik. Böylece buna dair bir şey yapmayı gereksindik. Ve istediğimize ulaşmak için yapmamız gerekenler apaçık gözlerimizin önüne geliverdi: daha iyi bir yeme-içme alışkanlığı ve düzenli spor. İsteme dediğimiz gerçekliğin doğasına dair yukarıdaki gözlemimizi hatırlayalım. İstediğimiz şey ve ona ulaşmak için yapmamız gerekenler: bizi engelleyen bir şey yoksa o halde bunları yapıyor olmalıyız, değil mi?
Peki nasıl oluyor da bu durumda olan sayısız insan yine de düzenli olarak diyet ve spor yapıyor değil? Yukarıdaki analizimize göre bu durumu anlaşılır kılan başka faktörler olmalı, öyle değil mi? Mesela yeterli zamanın veya maddi kaynağın olmaması. Örneğin spor salonuna yazılmak para gerektirir, spora düzenli olarak gitmek ise zaman. Dürüst olalım: çoğu insanın fazlasıyla parası ve zamanı var. (Güncellenmiş fiyata göre benim gittiğim salonda—ki diğerlerine göre daha yüksek olduğunu duydum—3 aylık üyelik …TL.) Hatta şurası da apaçık bir gerçek: evden çıkıp yakınlarda bir parka, ormana gitmek, daha basiti yola çıkıp koşmak mümkün. Evde bir kenarda her gün setler halinde şınav-mekik çekmek mümkün. Bu kadar basit ise peki o halde nasıl oluyor da insanlar istedikleri o şeye ulaşmak için bunları yapmıyorlar hala? Yoksa bu basitçe yapabilecekleri şeylerden haberleri mi yok? Kendimizi kandırmayalım. Geçenlerde kilo sorunu yaşayan ve spor salonuna üye olup yine de gitmeyen bir yakınıma bilimdeki çığır açıcı bir gelişmeden şöyle bahsetmiştim: “Duydun mu yeni keşifi? Sağlık-diyet alanında müthiş bir şey keşfedilmiş. Yediğinden fazlasını yaktığında kilo veriyormuşsun!”
Ama sorumuz hala geçerli: nasıl olur da bedensel olarak güçlenmek ve güzelleşmek isteyen bir kimse hala spor yapmaz ve yediğine içtiğine dikkat etmez? Paranın veya zamanın bir gerekçe olamayacağını not ettik. O halde bu durumu nasıl anlamlandıracağız? Yoksa şöyle mi söylemeliyiz: aslında çoğu insan ara sıra bedenlerine ve sağlıklarına dair ‘kötü hissetmelerine’ rağmen, kilo vermek ve spor yapmak ‘istediklerini’ samimi şekilde bize—ve içlerinden kendilere—söylemelerine rağmen yine de bunu gerçekten (yeterince) istiyor değil, durumlarından pek de rahatsız değil mi? Pek çok insan için gerçekten de durum bu. Bu insanlar hallerinden genel olarak memnun, bir şekilde kendi dünyalarında mutlu olabilen varlıklardır. Zaman zaman kısa ömürlü heveslere kapılsalar da gerçekte onlar verili olanın ötesine gitme ihtiyacı hissetmez, rahatı ve huzuru severler. Ve elbette bu insanlara diyecek lafımız yok. Böyle oldukları için kızacak halimiz yok, örneğin. Ama onlara söyleyecek başka herhangi bir şeyimiz de yok. Yolları açık olsun.
Bizim ilgilendiğimiz insanlar gerçekte durumlarından rahatsız olan ve onu değiştirmeyi ‘istedikleri’ söylenebilecek insanlar. Ve anlamaya çalıştığımız bu insanların nasıl olup da hala yapmaları gereken, apaçık ortada olan ve basitçe yapabilecekleri o şeyleri yine de yapmadığı. İşte tam bu noktada “basit” sözcüğü sayesinde meselenin özüne önemli ölçüde yaklaşmamızı sağlayacak o tespiti yapacağız. Yapılması gereken şeyler basit, evet: ama bu onların kolay olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin koşmak dünyanın en basit şeyi; kimsenin bunun için eğitim almasına gerek yoktur. Yürümenin bir uzantısıdır ve herkes bilir, yapabilir. Gerçekten de var olan en basit şeylerdendir insan yaşamında. Peki koşmak kolay mıdır? Tersine fazlasıyla zordur. Yani spor yapmak basit ama zor bir iştir. İşte tam da bu gerçek çözmeye çalıştığımız gizemi anlaşılır kılacak anahtarı veriyor bize. İstediğimize ulaşmak için yapmamız gerekeni yapmayız çünkü onu yapmak zordur. Rahat yatakta uzanıp Youtube’dan video izlemek varken kalkıp koşmak zordur. Netflix’ten bir dizi açıp hepimizin bildiği o sağlıksız şeyleri yiyip içerek keyif yapmak yerine spor salonuna gitmek veya yatıp şınav-mekik çekmek zordur.
O halde daha yakından bakıp bu zorluğu anlamalıyız. Şu önemli gözlemi yaparak başlayalım. Söz konusu zorluğun iki ayrı yüzü var. Birincisi, yapılacak fiziksel aktivite gerçekten de kaçınılmaz olarak bir ölçüde zorlayıcıdır. Diğer yandan, zorluğundan ayrı olarak spor yapmak çoğunlukla bizi ‘eğlendirmez’, hatta biraz ‘sıkıcıdır’. Bu ikinci husus ancak son zamanlarda ortaya çıkan tümüyle günümüze ait ilginç bir gerçek. Günümüz insanı sanki her an eğlenmeyi (fun anlamında değil, entertainment anlamında), en azından can sıkıntısından uzaklaşmayı arzuluyordur. Bir şeyler izleyip-dinleyip kendini, zihnini, daha doğrusu bilincini oyalamazsa sanki default olarak zaten sıkılıyor gibidir. (Çabasız meşguliyet…) Onun için ekransızlık ve sessizlik adeta katlanılmazdır. O halde bir dizi, bir video izlemek varken kalkıp koşmak sıkıcı gelir ona. Fiziksel anlamda zorlayıcılığı kadar ‘eğlendirici' olmaması, nice anlık eğlendirici uyaranla dolu günümüz dünyasında ‘can sıkıcı’ olması nedeniyle de koşmak zordur.
Peki neden bu zorluk insanın yapmamasını beraberinde getirir? Nasıl olur da insanlar zor diye düzenli olarak spor yapmazlar? Fazlasıyla basit bir yanıyla: zor olanı yapmak zordur! Fakat bunun da bir açıklamasını aramalıyız—durumumuzu daha iyi anlayabilmek için. Zor diye bir şeyi yapmamak veya yapamamak tembellik, rahat düşkünlüğü, acıya dayanamama, kırılganlık, yaşam yorgunluğu, keyif düşkünlüğü anlamlarına gelebilir. Yani ancak insanın kendisinde olan bir eksiklik, bir güçsüzlük, yaşama ve kendisine karşı tutumuyla ilgili bir sorun nedeniyle zor olan şeyi yapmıyordur kişi. Zorluğun kendisi doğrudan yapmamayı beraberinde getirmez. Nihayetinde en zor şeyleri dahi bazı insanlar yapıyor! O halde bu bağlamda tespit ettiğimiz ilk önemli husus insanın kendisinde var olan o sertlik, inat, irade ile ilgilidir. Bunun karşısında olan ise 'iyi hissetme'ye yönelik ısrarlı istek, zorlanmayı ve stresi baştan sonra kötü ve zararlı gören bir zihinsel tutum. Stresten uzak durmak, iyi hissetmek için kör bir çaba içerisinde olan insan oysa kendine böylelikle büyük zarar veriyor olabilir. Çünkü stres ve zorlanma, kendini zorlama, yaşamımızdaki eksiklikleri ve sorunları gidermek, daha güçlü ve mutlu bir geleceği inşa etmek, becerilerimizi ve kendimizi geliştirmek için kaçınılmazdır. İyi hissetmek ve kendini zorlamak arasındaki bu karşıtlıkla ilgili video içeriklerimize göz atabilirsiniz:
Bu bireysel seviyede olan bir açıklama denebilir. Bir de tür seviyesinde olan başka bir hikaye daha var. Ve göreceğimiz gibi her ikisi de harekete geçmeyi mümkün kılan koşullar bakımından epeyce önemli olacak: onları iyi anladığımızda harekete daha iyi geçebileceğiz.
TÜR SEVİYESİNDE BİR AÇIKLAMA
Dünya üzerinde hayatta kalmaya çalışan bir tür olarak insanoğlunun biyolojik işleyişi kuşkusuz bazı temel prensipler ile öteden beri süregelebilmiştir. Bunlardan bir tanesi öğrenme dediğimiz önemli psikolojik gerçekliğin temel bir dinamiği olan ödül-ceza sistemleridir. Kısaca ‘ödül’ vadeden bir davranış kuvvetlenir (öğrenilir), ceza vadeden ise zayıflar (unutulur). Örneğin…İnsan, tıpkı hayvanlar gibi, sonucunda ödül olan davranışa yönelim gösterir. Yani istediği bir şeye ulaştıracak olan davranışı doğallığıyla yapacaktır. Bu noktadan tekrar ele aldığımız spor örneğine bakalım. Daha önce ‘istemek’ kavramının mantıksal içeriği olarak ifade ettiğimiz o şeyi şimdi biyolojik-psikolojik seviyede bilimsel bir surette görmekteyiz. Bir canlının bir şeyi ‘istemesi’ demek ona ulaşmasını sağlayacak olan davranışa yönelmesi demektir. Çünkü istenen şey veya ona ulaşmak ödüldür. Spor ve beslenme örneğinde ödül nedir? Daha güçlü ve güzel, daha sağlıklı bir beden. Ama nasıl olur da bu ödüle rağmen bir insan yine de spor yapmaz? İşte tam burada insanı hayvanlardan ayıran—veya ayırması gereken—önemli bir noktaya varıyoruz. Bir şeyin hayvanın yaşamında ödül olabilmesi için ona yakın, çok yakın olması gerekir. Ödül hayvandan uzaklaştıkça ödül olmaktan çıkar. Örneğin hayvan ancak aylarca çabalayarak ulaşabileceği bir şeyi ödül olarak göremez, algılayamaz. Çünkü aradaki bağı göremez; daha doğrusu hayvan uzakta olan hiçbir şeyi algılayamaz. Onun dünyası çok daha dar ve görüş alanı kısıtlıdır, anlıktır. Şunu yaparsa o ödüle ulaşacaktır—hemen. İçgüdüsel olarak yönlendiği davranışlar dışında ancak bu kadar olabilir onun için davranış ve ödül arasındaki mesafe. Ve ödülün yakın ve belirli bir davranış ile hızlıca ulaşılabilir olması gerekliliği—hayvanın istemesini tüm gerçekliğidir bu—bu gereklilik hala insanda da önemli bir ölçüde yaşamaktadır. Yani bu gerçek, hayvanın olduğu gibi insanın da doğasının büyük kısmını oluşturur. Demek oluyor ki ‘ödül’ insandan ne kadar uzaktaysa insanı o kadar az davranışa motive edici güce sahip olacaktır.
Önünde bir düğme olsa ve ona bastığında zayıflayacak olsa kilo sorunu olan, daha doğrusu kiloyu sorun eden her insan elbette o düğmeye basacaktır. Ödül: zayıflama. Davranış: düğmeye basma. Bundan daha yakın bir ödül olamaz sanıyorum. Ama ödül gerçek hayatta olduğu gibi aylarca yediğine içtiğine dikkat etmeyi, düzenli olarak eğlenceden ve rahattan feragat edip zor ve acı verici olanı seçerek spor yapmayı gerektirdiği zaman işler değişir. Burada görüyoruz ki ödülün ‘uzaklığı’ diye ifade ettiğim şey yalnızca fiziksel veya zamansal uzaklıktan ibaret değil. Örneğin daha önce tartıştığımız sporun zorluğu da zayıflama ödülünün uzaklığına dahildir. Dolayısıyla analiz ettiğimiz bu vakıayı böylelikle daha iyi anlıyoruz. Sorumuz şuydu: nasıl olur da insanlar kilo vermeyi, daha iyi bir bedensel şekle girmeyi istiyor iken yine de düzenli olarak spor yapmazlar? Cevabımız ise hayvani doğasına ait (psikolojik) ödül mekanizmasına ilişkin bir kısıtlılık. Uzakta olanı ödül olarak ‘algılayamaz’, belirli bir davranış ile bağını yeterince ‘algılayamaz’; ve bu yüzden ona ulaşmak için gereken davranışları sergile(ye)mez. Ödül o kadar uzaktadır ve bir defaya mahsus bir davranış ile bağı o kadar yoktur ki kişinin ödül mekanizması yeterince aktive olmaz, böylece ödül davranışı motive etmekten geri kalır. Kuşkusuz şişman bir insan zayıflamayı ödül olarak görür ve spor ile buna ulaşacağını bilir. Ama yalnızca bilinç yüzeyinde bir farkındalık, bir ‘algılama’dır. Bir yüzeyden ibaret olan bilincin dışında ruh ve beden ödülü ve ödül ile davranış arasındaki bağı layıkıyla algılamıyor—çünkü ödül epey uzakta, ve ona bir defa yapılan bir edim ile ulaşılamıyor. Tersine spor örneğinde olduğu gibi zorlayıcı ve acı verici bir davranışı düzenli olarak uzunca bir zaman yapmak gerekiyor—hem de bu davranışın her bir tekil icrasının gözle görülür herhangi bir istenilen sonucu olmamasına rağmen!
SAĞLIKSIZ ZİHİNSEL MODEL
Öte yandan kişinin harekete geçmesini engelleyen gerçeklikten kopmuş bir zihinsel model olabilir. Örneğin bir travma ile kişi dünya karşısında eli kolu bağlı, etkisiz hissedebilir. Sanki ne yaparsa yapsın etrafında olan bitene, kendi yaşamına ve dünyasına, bizzat kendi geleceğine etki edemeyecek, hükmedemeyecek. Sanki kendi yaşamının kontrolü kendi elinde değil, sanki davranışları ile geleceğini şekillendirme gücünden yoksun...Kişi bilinç veya düşünce seviyesinde yaptığı ettiği ile elbette dünyasında bir şeyleri değiştirebileceğin biliyordur; ama bu gerçeği ruhu daha derin bir seviyede duyumsayamaz, yani hissedemez. Bu içselleştirilmiş çarpık zihinsel model, kişinin gözünün önündeki dünyanın mantığına rağmen, istediğine ulaşmak için yapması gereken, apaçık önünde duran ve kesin sonuç verecek o şeyi, işi, çalışmayı yine de neden ve nasıl yapmıyor olduğunu açıklar, anlaşılır kılar. Sanki hala travma dönemi dünyasındaki gibi dünya karşısında eli kolu tamamen bağlıdır. Oysa elbette gerçek bu değil. İşte bu travmatik açmazı ve etkisizlik-ümitsizlik hissini kırmak harekete geçmek için şart ve harekete geçtikçe ancak mümkün olacaktır. Bu konunu farklı yanları ile ilgili video içeriklerimize göz atabilirsiniz:
HARETE GEÇMEK İÇİN YAŞAMIN MANTIĞINA KULAK VER VE ÇALIŞ!
Kesin sonuç alacağını biliyorsun. O halde neden hala harekete geçmiyorsun?
Dünyanın Mantığı senden ve benden büyük.
O halde onu dinle, ona uy ve ona inan. Bu sana müthiş bir güç verecek, geleceğine böylece hükmedebileceksin! Bunu sakın küçümseme; fazlasıyla ciddiye al ve özenle yaklaş. Çalışmaya başla, çok geçmeden sonuçları göreceksin...
Comentarios